Çeviren: Güçlü Yılmaz
Gece yarısı kablo TV yayınında ağır siklet prolar Monstor (dev), Razor (jilet), Butcher (kasap) Assassin (günahkar) ve Knitting Needle (örgü şişi) kullanıcı isimleri ile böbürlenmekteler. Tarihteki en ünlü oyunlar 1835’deki Kan Kusturan Oyun, 1926’daki Meşhur Öldürme Oyunu, 1945’deki Atom Bombası Oyunu. Hayır, bu kemik kıran cinsten yakın dövüş sanatlarından biri değil. İki rakibin rahat bir şekilde oturup, yanlarında katlanır kâğıt yelpaze ve sigara dışında bir şey bulundurmadıkları, kesişen dik çizgileri olan düz bir tahtada sırayla siyah ve beyaz taşları yerleştirdikleri bir salon oyunu. Basit kurallar ve malzemelerle oynansa da müthiş bir zihinsel mücadele. Satrançtan farklı olarak, her ne kadar uzun süreden beri 1 milyon 600 bin dolarlık ödül duyuruluyor olsa da henüz hiçbir bilgisayar 10 yaşındaki zeki bir çocukla başa çıkamadı. İngilizcede go olarak bilinen oyun, (Japonca İgo, Çince Veyçi, Korece Baduk) satrançtan daha derin ya da zor değil. 2500 yıl önce Çin’de akıl edilen oyun, Han Hanedanlığı döneminde (M.Ö.206-M.S. 220) şairlere, filozoflara ve strateji kuramcılarına ilham olacak kadar çok ilgi görmeye başladı. M.S. 56 yılında rahmetli olan strateji kuramcısı Huan Tan, “Xin Lun” (Yeni Tez) adlı çalışmasında, oyundaki en doğru yaklaşımı açıklarken “rakibinizi çevreleyecek şekilde taşlarınızı geniş bir alana dağıtın” tavsiyesinde bulunuyor. Saldırmak ve düşmanın nefesini kesmek ikinci iyi taktik. “En kötü strateji sadece kendi alanınızı savunmaktır” 1930’larda Fransız Majino Hattı’nı tasarlayanların faydalanabileceği bir öğüt.
Gonun aynı zamanda Han dönemi halkbiliminde de yeri vardır. Wang Zi adlı bir oduncunun hikâyesi şu şekildedir: Ormanda dolaşırken iki bilgenin bir oyun oynadığını görür. Seyretmek için oturur ve oyuna öylesine dalar ki sonunda oyunculardan biri artık evine gitmesinin iyi olacağını söylediğinde baltasının sapının tamamen çürümüş olduğunu görür. Köyüne dönüp kimseleri tanıyamıyor olduğu fark edince, Wang, 100 yıl kadar ortalardan kaybolduğunu anlar. Belki biraz abartı payı olsa da bu öykü boş tahtayla başlayıp giderek artan karmaşıklığın yarattığı büyünün sürekliliği hakkında önemli bir ipucu vermekte.
Gece yarısı kablo TV yayınında ağır siklet prolar Monstor (dev), Razor (jilet), Butcher (kasap) Assassin (günahkar) ve Knitting Needle (örgü şişi) kullanıcı isimleri ile böbürlenmekteler. Tarihteki en ünlü oyunlar 1835’deki Kan Kusturan Oyun, 1926’daki Meşhur Öldürme Oyunu, 1945’deki Atom Bombası Oyunu. Hayır, bu kemik kıran cinsten yakın dövüş sanatlarından biri değil. İki rakibin rahat bir şekilde oturup, yanlarında katlanır kâğıt yelpaze ve sigara dışında bir şey bulundurmadıkları, kesişen dik çizgileri olan düz bir tahtada sırayla siyah ve beyaz taşları yerleştirdikleri bir salon oyunu. Basit kurallar ve malzemelerle oynansa da müthiş bir zihinsel mücadele. Satrançtan farklı olarak, her ne kadar uzun süreden beri 1 milyon 600 bin dolarlık ödül duyuruluyor olsa da henüz hiçbir bilgisayar 10 yaşındaki zeki bir çocukla başa çıkamadı. İngilizcede go olarak bilinen oyun, (Japonca İgo, Çince Veyçi, Korece Baduk) satrançtan daha derin ya da zor değil. 2500 yıl önce Çin’de akıl edilen oyun, Han Hanedanlığı döneminde (M.Ö.206-M.S. 220) şairlere, filozoflara ve strateji kuramcılarına ilham olacak kadar çok ilgi görmeye başladı. M.S. 56 yılında rahmetli olan strateji kuramcısı Huan Tan, “Xin Lun” (Yeni Tez) adlı çalışmasında, oyundaki en doğru yaklaşımı açıklarken “rakibinizi çevreleyecek şekilde taşlarınızı geniş bir alana dağıtın” tavsiyesinde bulunuyor. Saldırmak ve düşmanın nefesini kesmek ikinci iyi taktik. “En kötü strateji sadece kendi alanınızı savunmaktır” 1930’larda Fransız Majino Hattı’nı tasarlayanların faydalanabileceği bir öğüt.
Gonun aynı zamanda Han dönemi halkbiliminde de yeri vardır. Wang Zi adlı bir oduncunun hikâyesi şu şekildedir: Ormanda dolaşırken iki bilgenin bir oyun oynadığını görür. Seyretmek için oturur ve oyuna öylesine dalar ki sonunda oyunculardan biri artık evine gitmesinin iyi olacağını söylediğinde baltasının sapının tamamen çürümüş olduğunu görür. Köyüne dönüp kimseleri tanıyamıyor olduğu fark edince, Wang, 100 yıl kadar ortalardan kaybolduğunu anlar. Belki biraz abartı payı olsa da bu öykü boş tahtayla başlayıp giderek artan karmaşıklığın yarattığı büyünün sürekliliği hakkında önemli bir ipucu vermekte.