15 Şub 2014

Go ve "3 oyun"

William Pinckard
Çeviren: Hüsrev Aksüt

Oyun oynama, insani özelliklerin en eski ve en kalıcılarından biridir. Zarın Sümerler zamanında bulunması, oyun tahtalarını yansıtan Mısır freskleri, Viking zamanından kalma satranç taşları ve And Dağları'nın derinliklerinde yaşamış antik imparatorluklar tarafından inşa edilmiş top alanları gibi birbirinden bağımsız birçok kanıt, Kansas'taki Cumartesi Gecesi Poker Oyunları (Saturday Night Poker Games) ve Tokyo'da yapılan yıllık Go unvan maçları gibi çağdaş fenomenlerle doğrudan ilişkilidir.

Oyunlar inkâr edilemez bir şekilde uygarlığın getirdiği tabii bir sonuçtur. Hatta en ilkelleri bile belli seviyede karmaşıklık gerektirir. En önemlisi ise, oyunlar, soyut biçimde düşünebilme ve düşünceleri mantık çerçevesinde idare edebilme yetilerini gerektirir. Böylece, biçimsize biçim verip, büyük esrarengizliklerin gölgesinde küçük ve fark edilir modeller yaratırız.

Çok eski zamanlardan beri Japonya'da "3 Oyun" diye tabir edilen oyunlar; tavla, satranç ve go'dur. Satranç muhtemelen Hindistan'da, tavla Yakın veya Orta Doğu'da, go ise Han öncesi Çin zamanında doğmuştur. Tavla, zarlarla oynanan ve şans faktörünün baskın rolü olan bir kumar oyunudur. Satranç da eski zamanlarda zarlarla oynanmış, fakat günümüzdeki halini kraliyet toplumunun yapısından ve savaş taktiklerinden almıştır. Go, bu üçünden en soyut ve "açık" olanı olmakla beraber, karmaşık kurallardan uzak serbestliği, sade biçimi, akıcılığı ve engin oluşu ile düşüncenin esas yollarını yansıtan ideal bir ayna olmaya olağanüstü bir biçimde yakındır.

Go, hepsi birbiriyle tamamen eşit değerde olan siyah ve beyaz taşlarla oynanır. Bu yüzden bir şekilde bilgisayarın temeli olan ikili sisteme (binary system) benzer. Taşlar tahtanın üstüne oynanır ve oyun sonuna kadar öylece bırakılır. Böylece oyun, üzerine sarf edilen düşüncenin görünür bir kaydı olarak kendi kendine şekil alır. Yaklaşık 300 yıl önce seçkin bir Çin rahibi Japonya'yı ziyaret etti. Ona, o zamanların usta go oyuncularından birinin yeni oynamış olduğu bir oyunun diyagramı gösterildi. Kendisine verilen bu go diyagramı hakkında hiçbir şey bilmeyen rahip (bu olay Çin’de go'nun az-çok söndüğü zamanlardan sonra yaşandı), kendisine gösterilen hamleleri çözmek için çalıştı, ve kısa bir süre sonra büyük bir saygı ve hayranlıkla bu oyuncunun “aydın” biri olduğunu söyledi (işin ilginç tarafı, bu hikaye hem go oyuncularına oyunun niteliğini göstermek için hem de Budistlere bir rahibin nasıl keskin düşündüğünü anlatmak için anlatılır).



17. yüzyılın büyük Japon oyun yazarı Chikamatsu ünlü bir metninde, go tahtasının 4 çeyreğini 4 mevsimle, siyah ve beyaz taşları gece ve gündüzle, 361 kesişim noktasını bir yılın günleriyle ve tahtanın orta noktasını (tengen) da Kutup Yıldızı ile karşılaştırmıştır. Bu satırları hayal ürünü bir teori olarak görmek kolay olurdu fakat bu durum, bariz noktayı karanlıkta bırakırdı sadece. Chikamatsu'nun bu çarpıcı analojisi muazzam ve her şeyi kapsayıcı hissi anlatıyor (go tahtası potansiyel biçimde komple bir dünya sistemi olarak tasarlanmış). Tahta ve taşlar limitsiz olarak düşünülebilir: herhangi sayıda çizgi ve sonsuz taş kaynağıyla oynanan oyunun kendi içinde oyuncuların hayatının olduğu (Chikamatsu'nun piyesinde genç bir adam tek bir go oyununu izlerken yaşlanıyor ve uzun bir sakalı çıkıyordu). Sırf insan olduğumuzdan ve aktivitelerimize uygulanabilir limitler koymak zorunda olduğumuzdan, bizler 'sonsuz' tahtanın sadece küçük bir parçasını kullanıyoruz. Fakat bu 19x19'luk alan bile içine koyabileceğimiz her şeyi kapsayacak büyüklüktedir. Keza, bu tahtada oynanabilecek farklı oyun sayısının evrendeki molekül sayısından daha fazla olduğu hesap edilmekte...

İsmi bilinmeyen bir go oyuncusu şöyle yazmıştır: "Go tahtası, oyunun oynandığı süre boyunca go oyuncusunun aklının aynasıdır". Usta bir oyuncu kayıtlı bir oyunu incelediğinde; öğrencisinin hangi noktada açgözlülük yaptığını, ne zaman yorulduğunu, ne zaman aptallığa düştüğünü ve ne zaman hizmetçinin çay getirdiğini söyleyebilir.

Çoğu insanın düşündüğünün aksine, go'nun Budizm ile hiçbir ilgisi yoktur. Kendi içinde geçerli bir sistem olduğundan, diğer sistemlerle çelişecek hiçbir şey iddia etmez, fakat aslında go Budizm'e nazaran bu gezegenin daha eski bir sakinidir. Go Çin'de 4 hünerden biri olmuştur. Diğerleri; şiir, resim ve müziktir. Japonya'ya 6. yüzyıl civarında gelmiş ve uzun bir süre serbest soylu kesimin seçkin bir özelliği olarak kalmıştır. Daha sonra, 16. yüzyıl sırasında bu durum tamamen değişti. Yaklaşık bin yıldır birbirlerine karşı mutlu bir şekilde savaşan birçok büyük aile ve klan yavaş yavaş Tokugawa Şogunluğunun egemenliği altına getirildi. Tokugawa Devrinden (kabaca 1600-1868) sonraki periyotta go; haiku, kendo, çay seremonisi ve diğerleriyle birlikte uzun barış dönemi boyunca insanların mental enerjilerinin yapıcı bir şekilde yönlendirilmesi yolunda aktif olarak en çok geliştirilmiş alandır. Japonca'da go'nun formal bir kelime karşılığı Kido'dur. Ki eski Çince'de go demektir, '-do' ise Çince'de Tao'nun karşılığıdır. Tao da 'yol' ya da daha spesifik olarak 'aydınlanma yolu' anlamına gelmektedir.

Bütün oyunlar, -ister aydınlanmaya ister tam tersine yol açsın- mental enerjileri yönlendirir, fakat '3 Oyun'u kendi sosyal durumlarında düşünmek daha anlamlı olacaktır. Çünkü bu sayede her birinin genel ya da bölgesel tipin bazı temel karakteristiklerini nasıl yansıttığını görebiliriz.

Örneğin batının büyük tarihi oyunu satranç; kralı, orduları, kan dökmeyi (katliamı) ve sonuç olarak bir şahın diğer şah tarafından yıkımını içerir. Oyun, Mahabarata'dan Roland'ın Şarkısı'na kadar Batı'nın büyük efsanelerinin çizgisine tamamen yönlendirilmiş biçimde görünmektedir. Bir kahramanın devrilmesi ve yeni kahramanın taçlandırılması.. Şahtan piyona kadar tüm taşlar, güçleri katı biçimde tanımlanmış ve sınırlandırılmış hiyerarşik ve piramidal toplumun resmini verir.

Tavla, Yakın ve Orta Doğu'nun favori oyunu, zihni şans ve kısmet hakkında sorularla meşgul eder. Bütün oyun, zarı atan oyuncunun hiçbir kontrolü olmadan, atılan zar tarafından yönetilir. Oyuncular birbiriyle eşleşir fakat ikisi de bir şans dalgası yakalayıp bunu zafere sürüklemek isterler. Yenilen taraf şanssızlığına lanet okuyarak yeniden dener 'şans'ını, fakat birey, üstün güçlerin pençesi karşısında çaresizdir...

Eski Çin'in ve çağdaş Japonya'nın oyunu (ve günümüzde tüm dünyada popüler) olan go, tüm taşların eşit değerde olması ve tahta üzerinde herhangi bir noktaya oynanabilmesi ile benzersizdir. Amaç yıkmak değil de alan yapmaktır. Yalnız taşlar grupları, gruplar da yaşayan ya da ölen organik yapıları oluşturur. Bir taşın gücü konumuna ve içinde bulunulan ana bağlıdır. Bütün tahta üzerinde gelişme ve zayıflama, hareket ve hareketsizlik, küçük yenilgi ve geçici zafer dönüşümleri meydana gelir. Güçlü oyuncu öğretmen, güçsüz ise öğrencidir ve hatta günümüzde bile oyun oynama isteği kibarca 'lütfen bana öğretin' diyerek belirtilir.

Şimdi durum farklı, fakat eskiden, ressamlar, şairler, generaller ve rahipler go'ya çok fazla hayranken, oyunun amacı bir oyuncunun diğerini alt etmesinden ziyade ikisinin ortak bir düşmanı yenme amacıyla işbirlikçi bir diyalogla ('el muhabbeti', onların deyimiyle) meşgul olmasıydı. O ortak düşman ise, kesinlikle, her zaman olduğu gibi insani zaaflardı: açgözlülük, öfke ve aptallık.

Her yıl mart ayında Japonya'daki büyük mağazalar Oyuncak Festivali (Doll Festival) ile ilişkili olarak özenle hazırlanmış vitrinlerini sunar. Gerçekten eksiksiz bir vitrindeki minyatür silahlara, müzik enstrümanlarına ve mobilyalara dikkatlice baktığınızda, orada minicik bir tavla tahtası, bir Japon satrancı (shogi) tahtası ve bir de go tahtası bulursunuz.

Tavla, satranç ve go beraber düşünüldüğünde uyumlu bir dünya görüşü oluşturduğundan, '3 oyun' kullanışlı ve mantıklı bir sınıflandırmadır. Çoğu felsefi görüş insan türünün 3 temel ilişkisinin etrafına oturtulmuş bir kurama indirgenmiştir. Birincisi, insanın uzak tanrılarla ve evrendeki gizemli güçlerle olan ilişkisidir. İkincisi, insanın toplumda kendi etrafındakilerle oluşturduğu ilişkidir. Üçüncüsü ise, insanın kendi içinde yaşadıklarıdır. Ya da, farklı bir açıdan bakacak olursak, bu üçü sırayla; tavla oyuncusunun, satranç oyuncusunun ve go oyuncusunun ilişkileridir.

Dolayısıyla bu '3 oyun' insan ruhundaki temel ihtiyaçlara cevap vermektedir. İnsanlar her yerde zihinlerini sosyal yapılar, mevkiler ve statülerle meşgul etmektedirler. Ayrıca, düşünme yetisine sahip her birey bazen kendi özel ilişkilerini şans ve kadere bağlar.

Fakat go, tüm kaygıları ve spekülasyonları çıktıkları yere gönderen tek oyundur. Aslında go der ki; herkes yolculuğa eşit bir şekilde çıkar, herkes boş bir tahtayla başlar ve hiçbir kısıtlama yoktur; ve o andan sonra meydana gelenlerin hiçbiri şans, varlık ya da sosyal statüyle değil de sadece sizin kendi aklınızın niteliğiyle ilgilidir...

Editörün notu: Bu yazı, ilk olarak Go Dergisi'nin 2. sayısında (sf. 12-13) yayımlanmıştır.

2 yorum:

  1. Öncelikle güzel ve kullanışlı bir blog oluşturduğunuz için tebrikler.
    "3 oyun"a da yeterince vakit ayırmış birisi olarak, "Bütün oyun, zarı atan oyuncunun hiçbir kontrolü olmadan, atılan zar tarafından yönetilir." sözlerinizi onaylayamayacağım. Çünkü zar, şansı eşit olarak dağıtır. İyi oyuncular, ellerindeki şansı iyi değerlendirip kazanırlar. Tıpkı gerçek hayattaki gibi.

    YanıtlaSil